Ayşe Kulin'den.
Aslında bu bir dörtleme,
birinci kitap kurtuluş savaşını,osmanlının çöküşünü bu yıllarda yaşayan bir konak üzerinden anlatan Veda-esir şehirde bir konak isimli kitaptı.
ikinci kitap, Veda'nın bir nesil sonrası.İsmi Umut.
Yine aynı konakta geçiyor.İlk kitaptaki çocuklar büyüyor falan.Savaştan çıkmış,yeni bir ülkede geçiyor bu sefer,cumhuriyet,batılılaşma çabaları...Kitaba bir de Kulinoviçler dahil oluyor,dağılan Bosnadan kaçan...Kitabın sonunda bizim konaktaki küçük kız bu Kulinoviçlerden Muhittinle evlenmez mi???
bir de son sayfada birliktelikten olan çocuklarının kulağına "ayşe" adını fısıldamazlar mı??
Ayşe Kulin yani,kendi ailesinin hayat hikayesini yazmış...
serinin üçüncü kitabı Hayat - dürbünümden kırk sene.
ayşe kulinin çocukluğunu,ilkgençliğini,evliliğini,iki çocuğunu ve boşanmasını anlatıyor
beraber çıkan serinin dördüncü kitabı da Hüzün-dürbünümden kırk sene
boşanma sonrası yaşananlar,çekişmeli velayet davası,yeni eş,yeni çocuklar,bitmek bilmeyen mahkeme,tekrar boşanması,kariyerindeki devinimler ve en son 2. kitabının ana karakterlerinden olan babasının vefatı
yani sizin anlayacağınız aile tarihine ışık tutan bir dörtleme
Benim bugün bahsedeceğim kitap ise: UMUT-Hayat Akan Bir Sudur
Yukarıda da bahsettim ya,bir dönem kitabı
cumhuriyetin kurulduğu günlerde geçiyor,1940ta son buluyor.
Şimdi de beni etkileyen yerlere geçelim
*Muhittin'in (kapakta görülen delikanlının) babasının Bosnadan döndükten sonra yaşama adapte olamaması.Orada bir bey olarak ,saygın birisi olarak yaşarken bi anda bir hiç olması,ülkesi masabaşında kaybedilmiş,türkiyeye sığınmak zorunda kalmış bir zavallı olarak görülmesi,vatansız bir insan olması beni çok etkiledi.
5 sene önce,kitabı ilk okuduğumda bu kadar etkilenmemiştim,sanırım işin içine biraz empati giriyo..
Benim sevgilim de hiç istemeden ülkesini bırakıp Türkiyeye gelmek zorunda kalmış.Aslında kendi ülkesinde son derece mutlu,rahat bir hayatı varmış.Tüm kardeşlerinin altında olan motorsikletle dağ bayır gezerlermiş,hem köyde hem şehirde birsürü evleri,zeytin fabrikaları varmış,severek okuduğu bir üniversitesi,toplaşıp bira içebileceği sevdiği arkadaşları...Şimdiyse Türkiyede hiçbirşeyleri yok.
Neyse ki ben varım :))
kitaba gelecek olursak...Zeki Salih Bey'in ağzından dinliyoruz:
eski insanların nezaketi işte...
gerçi biz de zamanı gelince eski insan olacağız,çok mu naziğiz:) uzaktan bakınca geçmiş bir masal türünün ardından,çok narinmiş gibi geliyor.Ama yaşarken ne kadar narin,ne kadar hoyratlardı bilinmez...
Yine de eskiyi bu şekilde düşünmek hoşuma gidiyor :)
Birinci kitabın başkahramanlarından Mehpare,bu kitapta bir izdivaç daha yapıyor.Mehpare aslında aileden değil,uzak bir akraba kızı olarak konakta çalışıyor,bi nevi besleme gibi.Ama zaman içinde aileye giriyor,hem evlilik yoluyla hem konağı benimsemesi,her işe koşturması sebebiyle...İşte bu Mehpare gün geliyor yeniden evlenmeye karar veriyor.İşte o zamanlar,konağın hanımıyla eşinin arasındaki konuşma:
Kurtuluş savaşı yıllarında kapıyı çalan insanların evin erkeklerini götürdüğü,Amasyanın ticaret zenginlerindenken kendilerini bi anda bir hiç olarak bulan ve istanbula göç eden insanlar.Onlarla ilgili en etkilendiğim cümle şuydu,ki bence içinde göç olan bütün hayatlar,düşünmüştür bu cümleyi
Bir de bir aşk hikayesi var,bahsettiğim ermeni çocuk ve konaktaki ailenin en küçük kızının aşkı.
Ama onu bu kitaptan ziyade bi sonra bahsedeceğim "nefes nefese" kitabında bahsedeceğim.
Neden mi?
o yazıda anlarsınız nedenini :
JüpiterliKedi puanı 5 üzerinden 4
cumhuriyetin kurulduğu günlerde geçiyor,1940ta son buluyor.
Şimdi de beni etkileyen yerlere geçelim
*Muhittin'in (kapakta görülen delikanlının) babasının Bosnadan döndükten sonra yaşama adapte olamaması.Orada bir bey olarak ,saygın birisi olarak yaşarken bi anda bir hiç olması,ülkesi masabaşında kaybedilmiş,türkiyeye sığınmak zorunda kalmış bir zavallı olarak görülmesi,vatansız bir insan olması beni çok etkiledi.
5 sene önce,kitabı ilk okuduğumda bu kadar etkilenmemiştim,sanırım işin içine biraz empati giriyo..
Benim sevgilim de hiç istemeden ülkesini bırakıp Türkiyeye gelmek zorunda kalmış.Aslında kendi ülkesinde son derece mutlu,rahat bir hayatı varmış.Tüm kardeşlerinin altında olan motorsikletle dağ bayır gezerlermiş,hem köyde hem şehirde birsürü evleri,zeytin fabrikaları varmış,severek okuduğu bir üniversitesi,toplaşıp bira içebileceği sevdiği arkadaşları...Şimdiyse Türkiyede hiçbirşeyleri yok.
Neyse ki ben varım :))
kitaba gelecek olursak...Zeki Salih Bey'in ağzından dinliyoruz:
Kendini yeniden ispat edecek,yeniden alışacaktı.yeni komşuları Zeki Salih'in topraklarından sökülmüş herhangi bir muhacir değil ,bir soylu olduğunu hiç bilmeyecekler,bir türlü düzeltemediği şivesine gülecekler,bir yerde çalışmıyor olmasını kınayacaklar,Osmanlıca yazıyı bilmemesini cahilliğine yoracaklar ve onu boş gezenin boş kalfası zannedeceklerdi.Onun bir Boşnak beyi olduğunu,beylerin iş tutmayıp arazilerinden gelen itatla geçindiklerini ve tarlalarını süren yüzlerce köylüyü de ayrıca geçindirdiklerini,Boşnak beylerinin sadece aralarında kullandıkları alfabeyle okuyup yazdıklarını,bu yazıyla Balkanların en güzel şiirlerini ve en mükemmel tarihini okuduklarını,cahil olmadıklarını hiçbir zaman bilemeyeceklerdi.Zaman içinde en azından iyi bir insan olduğunu öğreneceklerdi belki ama bu yeterli miydi?Saraybosnadaki evini boşaltırken , memleketinde gördüğü saygıyı ,yeni vatanında göremeeceğini tahmin ediyor ama önemsemiyordu.Çünkü o ailesiyle İstanbula doğru yola çıkarken,hala Balkanların efendisiydi Osmanlılar* Beni etkileyen ikinci bir kısımsa insanların ince düşüncesi oldu...Mesela Zeki Salih Bey'in eşi gül...Komşusunun uzun bir süredir maddi zorlukta olduğunu biliyor,ona börek göndermek istiyor ama daha önce de yemek gönderdiği için gücenmesinden korkuyor.Çözüm olarak "bizim oğlanın canı sizin ağaçtaki eriklerden çekmiş,çocuk işte" diyor ve komşusunun erik getirdiği tabağa ,tabak boş götürülmez,deyip Boşnak böreğini dolduruyor :)
eski insanların nezaketi işte...
gerçi biz de zamanı gelince eski insan olacağız,çok mu naziğiz:) uzaktan bakınca geçmiş bir masal türünün ardından,çok narinmiş gibi geliyor.Ama yaşarken ne kadar narin,ne kadar hoyratlardı bilinmez...
Yine de eskiyi bu şekilde düşünmek hoşuma gidiyor :)
Birinci kitabın başkahramanlarından Mehpare,bu kitapta bir izdivaç daha yapıyor.Mehpare aslında aileden değil,uzak bir akraba kızı olarak konakta çalışıyor,bi nevi besleme gibi.Ama zaman içinde aileye giriyor,hem evlilik yoluyla hem konağı benimsemesi,her işe koşturması sebebiyle...İşte bu Mehpare gün geliyor yeniden evlenmeye karar veriyor.İşte o zamanlar,konağın hanımıyla eşinin arasındaki konuşma:
Gece , konaktakiler yatak odasına çekildiklerinde , Behice "bakın ne diyeceğim Reşat Bey" dedi."Mehpare'ye Kemal ile evlenirken layıkiyle bir çeyiz düzememiştik.Harp içindeydik.Şimdi de imkanlarımız iğnesinden ipliğine çeyiz hazır etmeye elvermiyor.Düşündüm de pederimin Pera'daki apartmanının giriş katını ona helal etsek.Çok hakkı geçti bize,çocuklarımızı o büyüttü,Sabahatımızı o emzirdi.Böylece yüzü de yerde kalmaz kocasına karşı,mülküyle gitmiş olur.Galip bey de kızımıza verdiğimiz ehemmiyeti anlar,ona göre muamele eder Mehpare'ye." "mehpare pederinizin akrabası değildir.Doğru olur mu?Kemikleri sızlamaz mı?" "üzerine geçirmeyiz daireyi.Yaşadığı müddetçe varsın otursun içinde.Kızlarımıza da tembihleriz,bizden sonra dahi Mehpare'yi o evde barındırmaları için" Ahmet Reşat 'ın yüreği minnetle doldu.Behice yaşlandıkça hergün daha müşfik ve düşünceli bir insana dönüşüyordu.Karısının ellerine sarıldı,öptü. "Allah sizden razı olsun, güzelim" dedi, "beni ne kadar rahatlattınız,anlatamam"*Ve kitabın bir başka kahramanı,ermeni bir aile...
Kurtuluş savaşı yıllarında kapıyı çalan insanların evin erkeklerini götürdüğü,Amasyanın ticaret zenginlerindenken kendilerini bi anda bir hiç olarak bulan ve istanbula göç eden insanlar.Onlarla ilgili en etkilendiğim cümle şuydu,ki bence içinde göç olan bütün hayatlar,düşünmüştür bu cümleyi
Sürgün müydü,kaçış mıydı,yoksa yeni bir hayata kanat çırpış mıydı;neyin nesiydi o yolculuk?* Kitabın vermek istediği mesajlardan biri de yeni cumhuriyet için nasıl bir mücadele verildiğiydi.Bunu da Muhittin karakteri üzerinden anlatıyordu.İşçilere yaptığı konuşmadan bir alıntı yaparsam neyi kasdettiğimi daha iyi anlarsınız...
"Haydi aslanlarım" diye sesleniyordu amelelere,bir traktörün üstüne çıkıp. "Önümüzde savaş var.Kurtuluş Savaşımız kadar mukaddes bir savaş.Bu bizim İkinci Kurtuluş Savaşımız.Aslında bu kısımlar kitabın en sevdiğim yerlerinden değildi ama,yazmasam eksik kalırdı.Kitapta buna benzer yerler fazlasıyla mevcut
Birinciyi kazandık,düşmanı topraklarımızdan kovduk.Şimdi de kötü kaderimizi yeneceğiz.Yanmış,yıkılmış yurdumuzu tamir edeceğiz.Buradaki bataklığı kurutacağız.Adana Ovası'nı boydan boya pamuk tarlasına dönüştüreceğiz.Sonra ne olacak?Bir daha sırtımız yere gelmeyecek!Pamuğumuzu kendi yerli fabrikalarımızda dokuyacağız.Artık sadece bize ait olan demiryollarında,kumaşlarımızı yurdun dört bir tarafına göndereceğiz.Yurtdışına da ihraç edeceğiz.Buralarda hep fabrikalar açılacak.Hepiniz bu fabrikalarda çalışacak,refaha kavuşacaksınız.Ama önce bataklıkla ve sivrisinekle mücadeleden yüzümüzün akıyla çıkmamız lazım.Kurutacağız bataklığı! Sıtma sizin belinizi kırarken,çocuklarınız,sıtmanın s'ini dahi bilmeyecek.Haydi arkadaşlarım!Haydi aslanlarım,göreyim sizi"
Bir de bir aşk hikayesi var,bahsettiğim ermeni çocuk ve konaktaki ailenin en küçük kızının aşkı.
Ama onu bu kitaptan ziyade bi sonra bahsedeceğim "nefes nefese" kitabında bahsedeceğim.
Neden mi?
o yazıda anlarsınız nedenini :
JüpiterliKedi puanı 5 üzerinden 4
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder